Close Menu
    What's Hot

    Tesbih Duası

    Şevval Umresi

    Umreye Giden İçin Güzel Sözler

    Facebook X (Twitter) Instagram
    E leysallahu bi kafin abdehu (Zümer-36) Hiç Allah kuluna Kafi Değil mi?
    • Genel
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Ana Sayfa
    • Genel

      Tesbih Duası

      Haziran 9, 2025

      Şevval Umresi

      Nisan 15, 2025

      Umreye Giden İçin Güzel Sözler

      Şubat 16, 2025

      İkindi Tespihatı

      Şubat 14, 2025

      Sabah Namazı Tesbihatı Arapça

      Şubat 11, 2025
    • İletişim
    • Hakkımızda
    ABONEOL
    Ana Sayfa - Blog - Genel - Serhend Ne Demek?
    Genel

    Serhend Ne Demek?

    MepeyBy MepeyAralık 24, 2024Yorum yapılmamış21 Mins Read
    Share Facebook Twitter Pinterest Telegram LinkedIn Tumblr Email Copy Link
    Follow Us
    Google News Flipboard
    SERHEND NE DEMEK
    SERHEND NE DEMEK
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email Copy Link

    Serhend, Hindistan’da dünyaya gelmiş, İslâm dünyasında tanınan çok önemli bir âlim ve büyük bir velîdir.

    İmâm-ı Rabbâni Ahmed Faruk Serhendi “rahmetullahi aleyh”

    Âriflerin önderi, velîlerin rehberi, İslâm’ın koruyucusu, müslümanların en değerli bilgelerinden, müceddid, müctehid ve İslâm âlimlerinin önde gelen şahsiyetidir.

    İnsanların inanç, ibadet ve ahlâk konularında doğru bilgiye sahip olmalarını sağlayan, öğrendiklerini hayatlarına geçirmelerine rehberlik eden ve onları Allah’ın rızasına ulaştırmaya çalışan bir liderdir. Aynı zamanda “Silsile-i Âliyye” denilen İslâm âlimlerinin 23. halkasında yer alan önemli bir şahsiyettir.

    İçindekiler

    • İmâm-ı Rabbâni Ahmed Faruk Serhendi “rahmetullahi aleyh”
    • İmâm-ı Rabbânî Soyu
    • Kürtçe serhend ne demektir?
    • Serhendi kimdir?
    • Serhendi şehri nerededir?
    • İmam Rabbani tarikatı
    • Serhendi Duruş
    • Rabbani zikri
    • İmâm-ı Rabbânî’nin Kabri
    Silsile i Aliyye

    Adı, Ahmed bin Abdülehad bin Zeynel’âbidîn’dir. Bedreddîn olarak tanınır ve künyesi Ebü’l-Berekât’tır.

    1563 yılına denk gelen 971 Hicri yılında Hindistan’ın Serhend (Sihrind) şehrinde dünyaya gelmiştir.

    10 Aralık 1624 tarihinde, Hicri takvime göre 29 Safer 1034’te, 63 yaşında iken Serhend’de vefat etmiştir. Mezarı, bulunduğu şehirdeki türbesindedir.

    İmâm-ı Rabbânî olarak bilinen şahsiyet, ilim ve hikmette yüksek derecelere ulaşmış, hem ilmi hem de ameliyle örnek olmuş büyük bir âlimdir. “Rabbânî âlim” tabiri, Allah’tan ilim ve hikmet alıp, bu ilmi hayatına yansıtan, ilim ve amel bakımından tam bir olgunluğa ulaşmış kimseler için kullanılır.

    Hicrî ikinci bin yılın müceddidi olmasından ötürü “Müceddîd-i elf-i sânî” unvanıyla anılmış, aynı zamanda İslâm ahkâmı ile tasavvufu birleştirerek iki önemli alanı bir araya getirdiği için “Sıla” olarak da tanınmıştır. Hz. Ömer’in soyundan geldiği için “Fârûkî” nesebiyle anılmış, Serhend şehrinde doğmuş olması sebebiyle de “Serhendî” olarak bilinir.

    Tüm bu unvanlarıyla birlikte, ismi tam olarak İmâm-ı Rabbânî, Müceddîd-i elf-i sânî, Şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendî’dir, Allah ondan razı olsun.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, tam adıyla Şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendî “kuddise sirruh”, İslam dünyasında derin tesirler bırakmış büyük bir âlim ve mürşid-i kâmildir. Kendisine “Müceddîd-i Elf-i Sânî” yani hicrî ikinci binyılın yenileyicisi unvanı verilmiştir. Soyu Hz. Ömer’e dayanan, ilmini ve maneviyatını nübüvvet kaynağından alan bu zat, Peygamber Efendimiz’in “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir” hadis-i şerifinde övülen seçkin âlimlerin en meşhurlarındandır.

    Babası Abdülehad, hem zahirî hem de bâtınî ilimlerde derinleşmiş, zamanının büyük âlimlerinden ve fazilet sahibi bir mürşid-i kâmildi. Abdülehad, Hindistan’daki Skendere şehrine seyahati sırasında, asil bir ailenin sâliha bir hanımı ile evlenmiş ve bu evlilikten Ahmed-i Serhendî dünyaya gelmiştir. Doğduğu şehir olan Serhend, Hindistan’ın önemli merkezlerinden biri olup, zamanla manevî bir kimlik kazanmıştır.

    İmâm-ı Rabbânî, daha çocukluk yıllarında büyük bir hastalığa yakalanmış, ailesi onu dönemin velîlerinden Şâh Kemâl Kihtelî Kâdirî’ye götürmüştür. Şâh Kemâl, Ahmed-i Serhendî’yi görünce onun gelecekte büyük bir âlim ve arif olacağını müjdelemiş, bu sözler ailesine teselli olmuştur. İmâm-ı Rabbânî, çocukluk ve gençlik yıllarını hem ilim hem de tasavvuf yolunda ilerleyerek geçirmiş, hocası Muhammed Bâkîbillah ile tanıştıktan sonra mânevî olgunlukta zirveye ulaşmıştır.

    Kendi döneminde ilmiyle ve maneviyatıyla insanların kalplerini aydınlatan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Allah’ın emirlerini ve Peygamber Efendimiz’in sünnetini en güzel şekilde ihya eden bir rehber olmuştur. Pek çok ilim ve hikmet hazinesi bırakarak 20 Kasım 1624 tarihinde vefat etmiş ve Sirhind’de defnedilmiştir. Kabri, bugün dahi ziyaret edilen mübarek bir mekândır.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, ilim tahsiline babasının yanında başlayarak Arapçayı öğrendi ve küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledi. Güzel sesiyle Kur’ân-ı Kerîm’i bülbül misali okuyarak çevresindekileri etkilerdi. Eğitiminde ağırlıklı olarak babasının rehberliğinden faydalanırken, zamanının önde gelen âlimlerinden de dersler aldı. Babasından öğrendiği temel bilgilerin yanı sıra, farklı ilim dallarına dair küçük kitapları ezberleyerek zekâsını geliştirdi.

    Babasından aldığı eğitimi tamamladıktan sonra, Siyalkut şehrine giderek dönemin tanınmış âlimlerinden Mevlânâ Kemâleddîn Keşmîrî’nin yanında aklî ilimlerde derinleşti. Ayrıca, hadis ilmini Şeyh Ya’kûb-ı Keşmîrî’den, tefsir ve usûl ilimlerini ise âlim-i Rabbânî Kâdı Behlûl-i Bedahşânî’den öğrenerek icâzet aldı. Henüz onyedi yaşında tahsilini tamamlayan İmâm-ı Rabbânî, hem aklî hem de naklî ilimlerde yüksek bir seviyeye ulaştı.

    Silsile i Şerif

    Bu süreçte, Kadirî ve Çeştî tarikatlarının manevî feyizlerini babasından alırken, talebelere zâhirî ve bâtınî ilimleri öğretmeye başladı. Aynı dönemde “Risâlet-üt-Tehlîliyye”, “Redd-i Revâfid” ve “İsbât-ün-Nübüvve” gibi önemli eserlerini kaleme aldı. Edebiyat alanındaki üstün kabiliyeti, fesahat ve belâgatı ile dikkat çeken İmâm-ı Rabbânî, zekâsı ve hızlı kavrayışıyla herkesi hayran bırakıyordu.

    Daha sonraki yıllarda, birçok klasik eseri inceleyerek geniş bir ilim birikimi elde etti. Vâhidî’nin “Besît” ve “Vesît” gibi eserlerini, Kâdı Beydâvî’nin “Envâr-üt-Tenzîl” ve “Gâyet-ül-Kusvâ” gibi tefsirlerini ve İmâm-ı Buhârî’nin “Câmi’us-Sahîh” ile diğer eserlerini okudu. Ayrıca, Tebrîzî’nin “Mişkât-ül-Mesâbîh”ini, Tirmizî’nin “Şemâil”ini ve Süyûtî’nin “Câmi’us-Sağîr”ini öğrenerek bu eserlerdeki ilmi derinlikleri talebelerine aktardı. Müselsel hadis rivayeti icâzetini de Kâdı Behlûl-i Bedehşânî’den alarak hadis ilminde önemli bir konuma ulaştı.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, üstün ilmi ve herkesin hayran kaldığı kemâline rağmen, Ahrâriyye (Nakşibendiyye) yolunun büyüklerine karşı derin bir sevgi ve özlem taşıyordu. Bu yoldaki manevi derinliği anlamak için yazılmış eserleri okuyor ve onların hallerinden ilham alıyordu. Babasının vefatından bir yıl sonra, hacca gitmek üzere Serhend’den yola çıktı. Yolculuk sırasında Delhi’ye vardığında, oradaki tanıdıklarıyla ve Muhammed Bâkî-billah’ın “kuddise sirruh” talebelerinden olan Mevlânâ Hasen Keşmîrî ile görüştü. Mevlânâ Hasen, kendisini hocasıyla tanıştırmak isteyerek şöyle dedi:

    “Bugün Ahrâriyye yolunda bu diyarda onun gibisi yoktur. Onun bir nazarı, tâliblere günlerce süren çileler ve riyâzetlerle ulaşamayacakları dereceleri kazandırır.”

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, daha önce babası Abdülehad’dan Ahrâriyye yolunun büyüklüğünü ve bu yoldaki şahsiyetlerin yüksek manevi makamlarını öğrenmişti. Bu yolun büyüklerine ait eserleri okuyarak onların hallerine vakıf olmuştu. Bu yüzden, “Hicaz yolunda, böylesine büyük bir zâttan bu yolun zikir ve murakabesini öğrenmekten daha hayırlı ne olabilir?” diyerek Muhammed Bâkî-billah’ın huzuruna gitmeye karar verdi. Hocanın huzuruna vardığında, kalbinde bir nur parladı ve ruhu mıknatıs gibi bu ışığa çekildi. O ana kadar bilmediği birçok hakikat kalbine doldu.

    Hac vazifesini erteleyip tekrar hocanın huzuruna döndü ve bu yolda ilerlemek için tam bir arzu ve sevgiyle bağlandı. Onun için artık Kâbe’ye gitmekten ziyade, Kâbe’nin sahibini talep etmek daha kıymetliydi. Hocası Muhammed Bâkî-billah’ın himmeti ve rehberliğiyle, İmâm-ı Rabbânî hazretleri yalnızca iki ay gibi kısa bir sürede, başkalarının yıllar boyunca ulaşamayacağı manevi hallere kavuştu. Yüksek kabiliyeti ve teslimiyeti sayesinde, bu yolda en üstün kemâlat derecelerine erişti.

    Muhammed Bâkî-billah, İmâm-ı Rabbânî’nin kısa sürede yüksek bir manevi ilerleme kaydettiğini fark edince, kendisine yıllar önce yaşadığı iki önemli hadiseyi anlattı. Şöyle dedi:

    “Üstâdım Hâcegî Muhammed İmkenegî ‘kuddise sirruh’ bana bir gün şöyle buyurdu: ‘Hindistan’a git. Orada senin vesilenle bu yüce yol büyük bir ilgi görecek ve yayılacak.’ Kendimi bu vazifeye layık görmediğimden, mazeretlerimi arz ettim. Ancak bana istihâre yapmamı emretti. İstihâremde, bir papağan gördüm; bir dalın üzerinde duruyordu. İçimden şöyle niyet ettim: ‘Eğer bu papağan o daldan iner ve elime konarsa, bu yolculukta büyük nimetlere ulaşacağım.’ Tam bu sırada, papağan uçarak elime kondu. Sonra ağzımdan ona su verdim, o da gagasından ağzıma şeker bıraktı. Sabah gördüğüm bu rüyayı üstâdıma anlattım. Buyurdu ki: ‘Papağan Hindistan kuşlarındandır. Hemen oraya git. Zira orada senin irşadınla bir aziz yetişecek ve bu azizin nuru dünyayı dolduracak. Sen de onun manevi bereketinden nasipleneceksin.’”

    Muhammed Bâkî-billah hazretleri, başka bir hadiseyi de şu şekilde aktardı:
    “Hocam İmkenegî ‘kuddise sirruh’ tarafından icazet aldıktan sonra Hindistan’a dönüyordum. Serhend şehrine geldiğimde bir rüya gördüm. Rüyamda bana, ‘Bir kutbun yakınındasın,’ dediler ve o kutbun yüz hatlarını gösterdiler. Şimdi anlıyorum ki, o zat sizsiniz.”

    Ayrıca şu sözleri ekledi:
    “Yine Serhend’den geçtiğim bir sırada rüyamda göklere kadar yükselen bir meşale gördüm. Bu meşale doğudan batıya kadar bütün dünyayı aydınlatıyordu. Onun ışığı gittikçe artıyor, birçok insan kendi mumlarını bu meşaleden yakıyordu. Bu rüyayı, sizin dünyaya gelişinize ve insanlığa sunacağınız ışığa bir işaret olarak kabul ediyorum.”

    Hâce Muhammed Bâkî-billah’ın sohbetinde iki-üç ay gibi kısa bir süre kalan İmâm-ı Rabbânî, hocasının derin nazarları ve hikmet dolu terbiyesinden öyle büyük faydalar elde etti ki, bu kazanımları ifade etmekte ne bir kalem ne de bir dil yeterli olurdu. Bu süre zarfında, ruhen ve ilmen öylesine bir yükselişe geçti ki, anlatılabilecek her şey bu zenginliğin yalnızca küçük bir kısmını yansıtabilirdi.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hocasının evlatlarına yazdığı bir mektupta duygularını şu sözlerle dile getirmiştir:
    “Sevgili kardeşlerim, kıymetli hocamın aziz evlatları! Şunu bilin ki, bu zavallı kardeşiniz, tepeden tırnağa o değerli babanızın ihsanlarının gölgesinde yaşıyor. İnsan olmanın ilk adımlarını ondan öğrendim, yüksek mertebelere dair her bilgiyi onun feyzinden aldım. İnsanların yıllar süren gayretlerle erişebildiği mertebelere, onun huzurunda geçirdiğim kısa zamanda ulaştım. Allahü teâlâ’ya olan yakınlık, sevgi ve marifet yolunda ne kazandıysam, hepsi onun mübarek gönlünden damlayan feyz ve bereket sayesinde oldu. Bu iki-üç aylık süreçte, tasavvuf ehlinin yıllarca üzerinde çalıştığı tevhid, kurb ve maiyyet gibi derinlikleri tattım. Onun nurlu bakışları ve eşsiz rehberliği sayesinde hiçbir bilgi gizli kalmadı, her şey özüne kadar bildirildi.”

    Hâce Muhammed Bâkî-billah da, zamanın büyük âlimlerine yazdığı bir mektupta, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinden şöyle bahsetmiştir:
    “Serhend’den genç bir zât geldi. İlmi son derece derin, ahlakı ilmiyle tamamen uyumlu. Yanımda birkaç gün geçirdi ve onda öyle şeyler gördüm ki, bu gencin dünyayı aydınlatacak bir güneş olacağını anladım. Akrabası ve kardeşleri de aynı şekilde ilim ve faziletle dolu. Onların ne cevher olduklarını anlamak için zaman yetmiyor. Hele ki Ahmed’in oğulları… Onların her biri, Allahü teâlâ’nın saklı hazinelerinden biridir.”

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hocası Muhammed Bâkî-billah’ı tanıdıktan sonra, bütün varlığıyla hocasının derslerine ve rehberliğine bağlandı. Yüksek kabiliyeti, içindeki derin sevgi ve hocasının himmeti sayesinde, kısa bir süre içinde benzerine az rastlanan manevi hallere ve olgunluğa ulaştı. Birkaç ay sonra, hocası ona icazet vererek, tasavvuf ilminin yüksek derecelerine yükseldi. Artık, Serhend’e dönmesi ve burada talebeleriyle ilgilenmesi emredildi. Hocası ona şöyle seslenmişti: “Semerkand ve Buhârâ’nın ilim tohumlarını Hindistan’ın bereketli topraklarına ektim. O (İmâm-ı Rabbânî), her mertebeyi geçip yüksek noktalara ulaştı, bu yüzden ben kendimi aradan çekip talebeleri ona teslim ettim.” O dönemin büyük âlimlerinin de saygı gösterdiği İmâm-ı Rabbânî, ma’rifet ışığı etrafında toplanan birçok mürşit ve âlimin dikkatini çekti.

    Serhend’e döndüğünde, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hem zâhirî hem de bâtınî ilimlerin ışığını yayarak, talebelerini yetiştirmeye başladı. İlmi hızla yayıldı, etrafında birçok âşık ve talebe toplandı. Talebelerine, Beydâvî’nin Tefsiri, Sahîh-i Buhârî, Mişkât-ül Mesâbîh, Avârif-ül Me’ârif gibi değerli eserleri derinlemesine okuturdu. Hem dinî hem de tasavvufî ilimlerin ışığı altında, kalpleri ilim ve nûr ile doldurur, Muhammed aleyhisselâmın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetini yaşatarak dîne kuvvet verir, zamanının liderlerini ilme yönlendirirdi. Talebelerine ilim sevgisi aşılar, onları Allah’a ve Resûlüne daha yakın kılmaya çalışırdı.

    Ömrünün son yıllarında bile, talebelerine ilim öğrenmenin önemini vurgular, onları sürekli teşvik ederdi. Bu ilmî derinliğiyle, çevresindeki pek çok padişahı, vali, kumandan ve âlimi de dînine davet eder, çok sayıda evliya ve âlim yetiştirirdi. Allahü teâlâ ona hem zahirî hem de bâtınî ilimlerde o kadar büyük bir feyz bahşetmişti ki, kendine ait olan bilgileri de dünyaya öğretmekten geri durmazdı. Bir gün hocası Bâkî-billah, İmâm-ı Rabbânî’yi kalbiyle meşgul olduğu bir anda ziyarete geldi. Odaya girmedi ve hizmetçiye “Rahatsız etmeyin” dedi. Bir süre sonra İmâm-ı Rabbânî, kapıdaki kimseyi sordu ve ismini duyunca hocasına doğru koştu, ona büyük bir hürmet ve tevazu ile kapıyı açtı.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir süre boyunca Serhend’de talebe yetiştirmeye devam etti ve insanlara doğru yolu gösterdikten sonra, hocası Muhammed Bâkî-billah’ı ziyaret etmek üzere Delhi’ye gitmeye karar verdi. Delhi’de bir müddet hocasının hizmetinde kaldı ve onunla çok değerli sohbetler yaparak, ruhsal ve manevi seviyelerini daha da yükseltti. Hocası ona büyük lütuflar bahşetti, ancak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu lütuflara rağmen, hocasına karşı gösterdiği edeple öylesine bir olgunluk sergiledi ki, bu edep örneği başka hiçbir talebede görülmedi. Muhammed Hâşim-i Keşmî, İmâm-ı Rabbânî’yi övdükten sonra şöyle demiştir: “Mertebesi çok yüksek ve fazîletleri çok olmasına rağmen, hocamız Muhammed Bâkî-billah’ın talebeleri arasında edebe en çok riayet eden kişi İmâm-ı Rabbânî hazretleri idi. İşte bu sebeple, ona en büyük bereketler nasip oldu.”

    Bir gün, Muhammed Hâşim Keşmî, hocası Muhammed Bâkî-billah’ın huzurunda, İmâm-ı Rabbânî için olan lütuflarından bahsederken şöyle demiştir: “Hocamız Bâkî-billah, İmâm-ı Rabbânî’ye öylesine büyük lütuflar gösterdi ki, onu huzuruma çağırmamı emretti. Hemen gidip ona ‘Hocamız sizi görmek istiyor’ dedim. Bu haberi duyar duymaz, İmâm-ı Rabbânî’nin yüzü birden soldu, titremeye başladı. O an bana, ‘SübhanAllah Yakın olanlarda hayret de çok olur’ mısrası aklıma geldi ve gözlerimle de hayretin ne kadar büyük bir şey olduğunu gördüm.”

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, “Mebde” ve “Me’âd” risalelerinde, hocası Muhammed Bâkî-billah’ın huzurunda geçen zamanları anlatırken şöyle buyurmuştur: “Biz, dört kişi olarak hocamızın hizmetinde, diğerlerinden bir adım öndeydik. Her birimizin kendine özgü bir bağlılığı ve düşünüşü vardı. Benim şahsen bildiğim kadarıyla, böyle bir sohbet ve topluluk, terbiye ve rehberlik kaynağı, Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanından sonra dünyada çok nadir görülmüştür. Bizler, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sohbetine doğrudan kavuşamadık, fakat hocamız Muhammed Bâkî-billah’ın değerli sohbetinden mahrum kalmadık. Bu büyük nimetin şükrünü yerine getirmek gereklidir. Onun huzurunda her biri, bağlı olduğu düşünceye ve muhabbetine göre bir şeyler elde etti.”

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hocası Muhammed Bâkî-billah’ın ikinci kez huzuruna gidip bir süre kaldıktan sonra memleketine döndü ve bir süre daha talebelerine feyiz vermekle meşgul oldu. Bu süreçte yüksek derecelere ulaştı ve yaşadığı manevi hallerini hocasına mektuplarla bildirdi. Ardından, üçüncü kez hocasını ziyaret etmek için yola çıktı. Bu ziyaretinden sonra, Delhi’den Serhend’e dönüp birkaç gün kaldıktan sonra Lâhor’a gitti. Lâhor halkı, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin ziyaretini büyük bir değer olarak kabul etti. Bu dönemde, Mevlânâ Muhammed Tâhir, Hâce Muhammed, Mevlânâ Esgar Ahmed ve Mevlânâ Ravh Hüseyn gibi değerli talebeleri, onun sohbetinden büyük fayda sağlayarak yüksek manevi derecelere ulaştılar. İmâm-ı Rabbânî hazretleri Lâhor’da bulunduğu sırada, oranın meşhur âlimleri ona büyük hürmet gösterdiler ve pek çok zor soruya doyurucu cevaplar aldılar.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Lâhor’daki sohbetlerine devam ederken, hocası Muhammed Bâkî-billah’ın vefat haberini aldı. Bu haber, kalplerdeki huzur ve sükûneti alıp, yerine büyük bir üzüntü ve kederi bıraktı. Haberi duyduktan hemen sonra, Delhi’ye giderek hocasının mübarek mezarını ziyaret etti. Oğullarına ve talebelerinin büyüklerine başsağlığı diledi. Muhammed Bâkî-billah’ın talebeleri, büyük üstatlarının yokluğunda hissettikleri derin acıyı, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rehberliğinde, hocalarının sohbetlerinin bereketlerinden faydalanarak bir nebze olsun hafifletmeye çalıştılar. Onlar da hocaları gibi, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine sevgi, hürmet ve teslimiyetle bağlandılar.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hocasının vasiyetine ve talebelerinin kalbi dileklerine uyarak bir süre Delhi’de kaldı. Hocalarının izlediği yolda, irşadları ve feyizleriyle talebelerinin gayretlerini yeniden canlandırdı. Onların ruhsal halleri, hocalarının vefatından sonra bile, onun manevi ışığından pay almışçasına parlaklaşmaya başladı. Bu gayretli çalışmalar sırasında bazı insanlar, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin irşadlarına karşı çıkmış olsalar da, zamanla yaptıkları hatayı anlayarak pişman olup, ondan af dilediler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de onları affederek, sevgi ve anlayışla yol göstermeyi sürdürdü. Böylece pek çok kimse onun sohbetlerinden ve feyizlerinden istifade etti.

    Her yıl, hocası Muhammed Bâkî-billah’ın vefatının yıldönümünde, Cemâzil-âhır ayında, Serhend’e gidip hocasının nurlu kabrini ziyaret eden İmâm-ı Rabbânî hazretleri, ardından tekrar Serhend’e dönerdi. Ayrıca birkaç defa Akra’ya da uğrayarak, o bölgedeki insanlarla sohbet etti. Ancak, hayatının sonlarına doğru, sultanın ısrarı üzerine, birkaç yıl boyunca bazı şehirlerde askerler arasında bulunarak, oralardaki insanlarla da irtibata geçti. Bu süre zarfında, halk onun sohbetlerinden nasiplerini alıp, manevi bereketlerinden faydalandılar.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, sadece Nakşibendîlik yolu olan Ahrâriyye tarikatından değil, aynı zamanda Kâdirî, Sühreverdî, Çeştiyye ve Kübreviyye tarikatlarından da icazet almıştır. Çeştiyye ve Kâdirî yollarındaki icazetini babasından almıştır. Babası Abdülehad, İmâm-ı Rabbânî’yi büyük bir sevgiyle kucaklamış, ona manevi yolculuğunda rehberlik etmiştir. Babası, onunla her zaman ilgilenmiş, hatta Akra’da bulunduğu dönemde, İmâm-ı Rabbânî’nin meşguliyeti nedeniyle yanına gidemediği için, babası onu görmek amacıyla Akra’ya gitmiştir. Akra’dan döndükten sonra tekrar babasının hizmetine girmiştir. Babası Abdülehad, evliyanın büyüklerinden biri olarak tanınmış ve onun sohbetlerinden İmâm-ı Rabbânî çok büyük feyzler almıştır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, babasından aldığı istifadenin derinliğini ve etkisini, “Mebde” ve “Me’ad” risalelerinde şöyle dile getirmiştir:

    “Babam, bana ferdiyet nisbetini büyük bir lütufla verdi. Babam, bu lütfu, güçlü bir cezbe sahibi ve meşhur bir azîz olan Şâh Kemâl Kâdirî’den almıştı. Ayrıca nâfile ibadetlerde, özellikle de nâfile namazlarda babamın desteği çok büyüktür. Babam bu sevinci, ‘Çeştiyye’ yolunun büyüklerinden aldı.”

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin sohbetlerinden yüksek bir manevi dereceler kazandıktan sonra, Serhend’e döndü. Burada, Kadirî tarikatının büyüklerinden Şâh Kemâl Kâdirî’nin ruhaniyetinden de nasip aldı. Şâh Kemâl Kâdirî’nin bereketli hırkasını alışı şöyle gerçekleşmiştir: Bir sabah, İmâm-ı Rabbânî talebeleriyle murakabe hâlindeyken, Şâh Kemâl Kâdirî’nin torunu ve tüm kemâlatının vekili olan Şâh İskender, Kehtel’den gelerek, Şâh Kemâl’in hırkasını İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin omuzlarına koydu. İmâm-ı Rabbânî gözlerini açtığında, Şâh İskender’i tevazu ile karşıladı. Şâh İskender, dedesinin rüyasında kendisine hırkayı vermesini emrettiğini, ama bu emri yerine getirmekte zorluk çektiğini belirtti. Sonunda, emir üzerine İmâm-ı Rabbânî’ye hırkayı verdi.

    İmâm-ı Rabbânî hırkayı giyip odasına çekildi. Bir müddet sonra odasından çıkıp yakınlarına şöyle dedi: “Şâh Kemâl’in hırkasını giydikten sonra, çok garip ve şaşırtıcı bir hal yaşadım. Hırkayı giydiğimde, Abdülkâdir-i Geylânî’nin (rahmetullahi aleyh) ve onun halifelerinin nurlarını kalbimde hissettim. O esnada kalbime bir düşünce geldi: ‘Beni Ahrâriyye büyükleri terbiye etti ve işim bu büyüklerin yolunda olmaktır.’ O sırada Ahrâriyye’nin büyükleri, Hâce Abdülhâlık-ı Goncdüvânî’den Hâce Bâkî-billah’a kadar olan halifelerinin yanımda toplandığını gördüm. Onlar, benim terbiye edilmemdeki katkılarını dile getirdiler. Kadirî büyükleri de, ‘O bizim teveccühümüze mazhar olmuştur, bizim hırkamızla şereflendi,’ dediler.”

    Bu olay, İmâm-ı Rabbânî’nin manevi yolculuğunda büyük bir dönüm noktası olmuş ve kendisini daha da derin bir tefekküre yönlendirmiştir.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, tasavvuf yolunda yalnızca Nakşibendî, Kâdirî, Çeştiyye ve Kübrevîyye yollarından değil, diğer birçok yoldan da ilham alarak, her birinden faydalanan ve talebelerini yetiştiren büyük bir mürşid-i kâmil olmuştur. Bu yolların her birinin kendine has değerlerinden, ilimlerinden faydalanarak, insanlara feyz vermiş ve derin bir irfan mirası bırakmıştır.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, sadece bir tasavvuf âlimi değil, aynı zamanda İslâm dünyasının ihtiyacı olan bir müceddîd, yani dinin tazeleyicisi olarak gönderilmiş bir şahsiyettir. Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından bir bin yıl sonra, İslâm düşmanları dinin özünü sarsmaya, imanları yok etmeye çalışırken, Allahü teâlâ, İmâm-ı Rabbânî gibi bir müceddîdi insanlara lütfetmiştir. Onun sayesinde, dinin temel esasları tekrar kuvvetlenmiş, yanlış yollar ve sapkın inançlar doğruyu bulmuştur. İmâm-ı Rabbânî, dinin doğru anlayışını pekiştiren, İslâm’ın özünden sapmaların önüne geçen büyük bir lider ve öğretmen olmuştur. Din düşmanlarının zulüm ve saldırılarının karşısında, İslâm’ı korumak ve yaşatmak için büyük bir mücadele vermiştir.

    O, özellikle bidat ve hurafelerin yaygınlaştığı, vahdet-i vücûd gibi sapkın düşüncelerin hakim olduğu bir dönemde, doğruyu insanlara öğretmiş, İslâm’ı ve Ehl-i Sünnet inancını savunmuştur. Bu mücadele, kolay bir iş değildi. Ancak, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin derin ilmi, büyük sabrı ve dini doğru anlama kabiliyeti sayesinde, dinin özündeki yanlışlıklar temizlenmiş, bidatlar yok olmuştur. Onun mektupları ve eserleri, insanları gafletten uyandırmış, İslâm’a olan güveni yeniden pekiştirmiştir.

    İmâm-ı Rabbânî’nin bu hizmetleri, bazı yanlış yolda giden kimseleri rahatsız etmiş ve onu hedef almışlardır. Hased ve iftiralarla onun karşısına çıkmışlardır. Ancak, İmâm-ı Rabbânî’nin sağlam delilleri, doğru ve ikna edici anlatımları, bu sapkın düşünceleri çürütmüş ve Ehl-i Sünnet akidesinin yeniden güçlenmesine katkı sağlamıştır. O, İslâm’ı koruma görevini üstlenmiş ve bu görevini büyük bir sadakatle yerine getirmiştir.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, kendi doğru yolunu izleyen ve ona gönülden bağlı olan birçok talebesini yetiştirdikçe, etrafındaki bazı kişiler onun karşısında çeşitli zorluklar ve engeller çıkarmaya başladılar. Hasedin ve kıskançlığın etkisiyle, ona düşmanlık besleyenler, İmâm’ı zor durumda bırakmaya çalıştılar. Onun derin bilgisi ve yüksek ahlâkı, özellikle halk arasında hızla yayıldıkça, bu düşmanlar çeşitli yalanlarla halkı kandırmaya başladılar. Örneğin, büyük evliya ve mürşitlerin, Cüneyd-i Bağdadî ve Bâyezîd-i Bistâmî gibi zatların öğretilerini küçümsediği ve vahdet-i vücûdu inkâr ettiği yönünde iftiralar attılar. İmâm-ı Rabbânî’nin, büyük alimlerin fikirlerine saygısızlık gösterdiğini iddia ederek, doğru yolda olan insanları ona karşı soğutmaya çalıştılar. Oysa İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu büyüklerin öğretilerine büyük bir saygı duymakta ve onları her fırsatta övmekteydi.

    Bir diğer önemli husus, zamanın hükümdarı Selim Cihângir’in ve çevresindekilerin Ehl-i sünnet inancına karşı olan tutumlarıydı. İmâm-ı Rabbânî, pek çok mürşid gibi, sadece doğruyu söylemekle kalmamış, aynı zamanda dinin esaslarına aykırı olan fikirleri de reddetmiştir. Özellikle “Redd-i revâfid” risâlesi ile, Eshâb-ı Kirâm’a düşmanlık besleyenlere karşı sert bir duruş sergileyerek, onların yanlışlıklarını ortaya koymuştur. Ancak bu, ona düşmanlık besleyenlerin daha da artmasına neden olmuştur. Hükümdar ve etrafındakiler, onun etkisinin artmasından endişe ederek, çeşitli iftiralarla İmâm-ı Rabbânî’nin üzerine gitmişlerdir.

    Sultan, sonunda İmâm-ı Rabbânî’yi hapsederek onu susturmayı amaçlamış, ancak İmâm-ı Rabbânî’nin bu zor durumdaki tavrı ve verdiği akıl dolu cevaplar, sadece sultanın kalbini yumuşatmakla kalmamış, aynı zamanda orada bulunan birçok kişinin kalbini kazanmasını sağlamıştır. İmâm-ı Rabbânî, tüm bu zorluklara rağmen, doğruyu savunmuş, sabrını yitirmemiş ve her zaman hayır duası etmeyi tercih etmiştir. Kalede geçirdiği üç yıl boyunca, etrafındaki birçok insanın inançlarını değiştirmesine, İslâm’ı kabul etmelerine ve tövbe etmelerine vesile olmuştur.

    Sonunda, sultan pişmanlık duyup İmâm-ı Rabbânî’yi serbest bırakmış ve ona büyük saygı göstererek huzuruna almıştır. İmâm-ı Rabbânî’nin yaşadığı bu sıkıntılar ve zorluklar, onun daha yüksek derecelere ulaşmasına vesile olmuştur. Daha önce kendisinin de belirttiği gibi, daha yüksek makamlar ancak sert terbiye ile kazanılabilir ve bu sıkıntılar, onu daha olgun ve güçlü bir mürşid haline getirmiştir. Bu süreç, onun sabır, azim ve kararlılığını pekiştirmiş ve sonunda ruhsal olarak daha yüksek bir mertebeye ulaşmasını sağlamıştır.

    İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin etkisi, sadece ilmî alanda değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasi hayatta da büyük bir iz bırakmıştır. O dönemde, Selim Cihângir Hân’ın oğlu Şâh Cihân, tahta çıkmak için babasına karşı isyan etmişti. Zafer kazanabilmesi için bir evliyâya danıştı ve o da ona İmâm-ı Rabbânî’nin duasını alması gerektiğini söyledi. Ancak İmâm-ı Rabbânî, Şâh Cihân’a babasına karşı gelmemesini, aksine ona hürmet göstererek kalbini kazanmasını nasihat etti. Şâh Cihân, İmâm-ı Rabbânî’nin tavsiyesini dinleyip babasına karşı isyan etmekten vazgeçti ve kısa süre sonra babasının vefatının ardından tahta çıktı.

    Bu dönemde, İslâm dünyası büyük bir sıkıntı içindeydi; zulüm, sapkınlık ve felsefî düşünceler her tarafta hüküm sürüyordu. Ancak İmâm-ı Rabbânî, binlerce kişiyi İslâm’a kazandırarak, sapkın fikirleri reddetti ve doğru yolu gösterdi. Onun sohbetleri, kalpleri aydınlatan bir nur gibi yayılıyordu. Herkes, özellikle rüyada ve uyanıkken onu görüp huzuruna gelerek, yüksek dereceler kazandı, kerâmetleriyle etrafındakileri hayran bırakıyordu. İmâm-ı Rabbânî’nin kerâmetlerinin sayısının altı binden fazla olduğu rivayet edilmiştir.

    İmâm-ı Rabbânî, sadece tasavvufun derinliklerine ulaşmakla kalmamış, aynı zamanda İslâm dininin temel direklerinden birisi olmuş, Ehl-i sünnet inancını güçlü bir şekilde savunmuştur. Kelâm ilminde de müctehid olan İmâm-ı Rabbânî, özellikle eski Yunan filozoflarının İslâm’a aykırı fikirlerini reddetmiş ve bu fikirlerin yanlış olduğunu ispat etmiştir. Ayrıca, tasavvuf konusunda kendisinden önceki büyük mürşitlerin, özellikle Muhyiddîn-i Arabî ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî gibi büyüklerin sözlerinin yanlış anlaşılmasına engel olmuş ve bu büyüklerin öğretilerini doğru bir şekilde açıklamıştır.

    İmâm-ı Rabbânî’nin genç yaşta yazdığı “İsbât-ün-nübüvve” kitabı, peygamberlerin yalnızca Allah’ın seçtiği kişiler olduğunu ve filozoflardan farklı olduklarını kesin delillerle ortaya koymuştur. Bu eseriyle, peygamberliğe inanmayan veya peygamberleri filozoflarla karıştıranları da doğru yola yönlendirmiştir. Ayrıca, İmâm-ı Rabbânî, filozofların İslâm’a zarar vermek amacıyla ortaya koydukları düşünceleri de bertaraf ederek, dinin özüne zarar verecek her türlü sapkın fikri engellemiştir.

    İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin ilmî ve tasavvufî yönleri, onu sadece kendi zamanının değil, sonraki asırların da büyük bir mürşidi ve âlimi yapmıştır. Yazdığı eserler, bugün de pek çok soruya cevap oluşturmakta ve İslâm’ın doğru yolunu gösteren ışık olmaktadır.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri, tasavvufun derinliklerini açıklarken, bu yolun yanlış anlaşılmasına sebep olan karışıklıkları ortadan kaldırmış ve hakikati arayanlara net bir rehberlik sunmuştur. Onun yüksek ma’rifetleri ve anlamlı ifadeleri, pek çok kişinin erişemediği derinlikteki hakikatleri basit bir şekilde açıklamıştır. İman yolunda sapmış olanları doğru yola yönlendirmiş, ruhsal yolculukta takılıp kalmış kişileri ise en yüksek mertebelere taşımıştır. Bu sayede, tasavvufî kelimeler ve kavramlar üzerine karışıklıklar yaratmaya çalışan cahil zihinleri ve dini istismar edenleri deşifre ederek, tasavvufun özünü korumuştur. İmâm-ı Rabbânî, mürşidlik, müridlik, kutbiyet ve kerâmet gibi kavramların asıl anlamlarını açıklamış ve bu kavramlar üzerinden sapkınlıklar yapanları ifşa etmiştir. Tasavvufun, İslâm’ın bir parçası olduğunu, Allah’a muhabbeti ve emirlerine uymayı kolaylaştıran bir yol olduğunu net bir şekilde anlatmış, böylece tasavvuf adı altında yapılan sapkınlıkları engellemiştir.

    O, hem tasavvufî hem de ilmî alanda büyük bir mücadelenin içine girmiştir. Bid’atleri reddetmiş, sünneti yeniden diriltmiş ve İslâm’ın özünden sapmaya çalışan fikirleri temizlemiştir. Bu konuda yaptığı açıklamalar, hem inanç hem de ibadet noktasında önemli bir rehber olmuştur. İmâm-ı Rabbânî’nin, tasavvufun özünü doğru bir şekilde açıklayarak, yanlış inançları ortadan kaldırması, İslâm toplumunun doğru yolda ilerlemesini sağlamıştır.

    Fen bilimleri alanında da derin bilgiye sahip olan İmâm-ı Rabbânî, bazı konularda çok önceden doğru tespitlerde bulunmuştur. Örneğin, atomların yapısı hakkında yaptığı açıklamalar, modern bilimin yirminci yüzyılda ortaya koyduğu bulgularla örtüşmektedir. Bu tür derin bilgiler, onun hem dini hem de dünyevi ilimlere olan katkılarını pekiştirmiştir.

    İmâm-ı Rabbânî’nin tesirleri, özellikle Hindistan’da çok geniş bir yankı uyandırmıştır. Ekber Şâh’ın hükümeti döneminde çökmüş olan İslâmî değerler yeniden canlandırılmış, birçok inançsız kişi İslâm’a kazandırılmıştır. Pek çok günahkâr tövbe etmiş, İslâm’ın doğru inanç ve ibadetlerini yaymak için güçlü vâli ve kumandanlar, onun öğretilerine kulak vermiştir. Onun mektupları ve sohbetleri sayesinde, Ehl-i Sünnet inancı pekiştirilmiş ve İslâmî değerler güçlü bir şekilde yeniden yeşermiştir. Bu sayede, bid’atler ve küfür karanlıkları ortadan kalkmış, İslâm’ın nurlu öğretileri tüm Hindistan’da yayılmaya başlamıştır.

    İmâm-ı Rabbânî Soyu

    1563 yılında Hindistan’ın Sirhind şehrinde doğdu. “Bedreddin” lakabıyla tanınan bu büyük zat, soyu Hz. Ömer’e dayandığı için “Farukî” nesebiyle de anılmıştır.

    Kürtçe serhend ne demektir?

    Serhend, “Hind’in başı” anlamına gelir. Hind’in başı, Müslüman ve mümin olan Rabbanî’nin yaşadığı, onun ilmi ve manevi etkisinin merkezi olan şehirdir.

    Serhendi kimdir?

    İmâm-ı Rabbânî, gerçek adıyla Ahmed Sirhindî (Arapça: أَحْمَدْ اَلسِّرْهِنْدِي), 26 Mayıs 1564’te Serhend’de doğmuş ve 20 Kasım 1624’te yine aynı şehirde vefat etmiştir. Hindistan’da yetişen önemli bir İslâm âlimi ve tasavvuf büyüğüdür.

    Serhendi şehri nerededir?

    Serhend, Hindistan’da bulunan ve İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin doğduğu önemli bir şehirdir. İmâm-ı Rabbânî doğduğunda, Serhend, Hindistan’ın tanınmış şehirlerinden biri olup, bulunduğu bölgenin merkezi konumuna gelmişti.

    İmam Rabbani tarikatı

    Nakşibendiyye tarikatı mensupları arasında İmâm-ı Rabbânî olarak bilinen ve “hicrî ikinci bin yılın müceddidi” anlamına gelen “müceddid-i elf-i sânî” unvanıyla anılan büyük bir âlimdir. İlâhî ilimlerdeki derin bilgisiyle öne çıkan bu şahsiyet, soyu Hz. Ömer’e dayandığını ifade eden Kâbil kökenli bir aileden gelmektedir.

    Serhendi Duruş

    Serhendi Duruş; Allah’ın buyruklarını yalnızca O’nun rızasını kazanmak için, Peygamber Efendimiz’in sünnetine uygun bir şekilde yerine getirme anlayışıdır.

    Rabbani zikri

    İmâm-ı Rabbânî’ye göre, zikrin temel amacı, kalbi gafletten arındırmaktır. Ancak zikir yalnızca belirli duaları tekrar etmekle sınırlı değildir. Dinî ölçülere uygun olarak yapılan ticaret de bir zikir şeklidir. Aynı şekilde, bir görme engelliyi yoldaki bir tehlikeden korumak, zikirden sayılmakla kalmaz, hatta daha üstün bir erdem olarak değerlendirilir.

    İmâm-ı Rabbânî’nin Kabri

    imami_Rabbani kabri

    Ahmed-i Sirhindî, 8 Safer 1034 (20 Kasım 1624) tarihinde vefat etmiş ve Hindistan’ın Pencap bölgesindeki Sirhind şehrine defnedilmiştir. Kabri, ziyaret edilen önemli bir manevi merkezdir.

    • Tesbih Duası
    • Şevval Umresi
    • Umreye Giden İçin Güzel Sözler
    • İkindi Tespihatı
    • Sabah Namazı Tesbihatı Arapça
    Follow on Google News Follow on Flipboard
    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email Copy Link
    Previous ArticleHz. Eyyüb (A.S.) Makamı ve Cami
    Next Article Asgari Ücret Belli Oldu
    Mepey
    • Website

    Related Posts

    Tesbih Duası

    Haziran 9, 2025

    Şevval Umresi

    Nisan 15, 2025

    Umreye Giden İçin Güzel Sözler

    Şubat 16, 2025
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Mepey’de Ara
    Kategoriler
    • Genel
    Popüler Etiketler
    2026 Şevval Umresi Genel Şevval Umresi

    Contrary to popular belief, Lorem Ipsum is simply random text. It has roots in a piece classical Latin years old.

    Ara
    Etiketler
    2026 Şevval Umresi Genel Şevval Umresi
    Advertisement
    Son Gönderiler

    Tesbih Duası

    Şevval Umresi

    Umreye Giden İçin Güzel Sözler

    İkindi Tespihatı

    Trend Gönderiler

    Subscribe to News

    Get the latest sports news from NewsSite about world, sports and politics.

    Facebook X (Twitter) Pinterest Vimeo WhatsApp TikTok Instagram

    Haberler

    • World
    • US Politics
    • EU Politics
    • Business
    • Opinions
    • Connections
    • Science

    Company

    • Information
    • Advertising
    • Classified Ads
    • Contact Info
    • Do Not Sell Data
    • GDPR Policy
    • Media Kits

    Services

    • Subscriptions
    • Customer Support
    • Bulk Packages
    • Newsletters
    • Sponsored News
    • Work With Us

    Abone Olun

    Haberiniz Olsun!

    © 2025 Mepey Mepey.
    • Gizlilik Politikası
    • Kullanıcı Sözleşmesi
    • Erişilebilirlik

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.